Bir insanın bir mesleği olur ve onun yanında bir hobisi olur. Genelde insanlar hobisini boş vakitlerinde yaparlar. Hobisini profesyonelliğe döken sanatçı ya ne denir ? bilemedim. Profesyonellik derken para kazanan anlamında değil onu da belirteyim. Uzun zamandır konuşup sohbet etmek istediğim bir sanatçı vardı, röportaj yapmak için önceleri bayağı uğraştım ama sonunda buluştuk ve güzel bir röportaj yaptım. Biraz Özkan İrman’dan bahsedeyim ; aynı zamanda bir fabrika yönetiyor ve aynı zamanda kitaplar yazıyor yanlış anlamayın kitap değil kitaplar yazmış sadece kitap değil yazdığı kitaba film bile çekmiş.
M.Haluk Yalçınkaya : Yazarlığa nasıl başladınız, bir eğitim aldınız mı ?
Özkan İrman : Bu birden bire başlamış gibi görünüyor ama aslında yazarlık serüvenim 2014 başlıyor. Çocukluğumdan beri okumayı çok seven yazmaya meraklı bir insanım, yazmanın ne demek olduğunu orta birde anlamaya başladım. Türkçe öğretmenim ; Ahmet SARI bir sınavında kompozisyon yazın dediğinde ne demek istediğini bilmiyordum.Herkes yazmış ama bende “Dedektif Jimm” diye bir şey yazdım, sonrasında okudum herkes güldü. Böyle bir şey değil sen bunu bir yerden duymuşsun “Özkan” dedi, “Hayır” dedim kızdım, üzüldüm ağlayacak seviyeye geldim ama sonra anladım bunun özgün olmadığını. Daha sonra bir pazar tasviri yaptım muradiye salı pazarı tasvir ettim. Babam ile pazara girişimizi esnafın hikayesi nidaları ve pazardan çıkıp eve gelme hikayemiz. Öğretmenim de o zaman beni çok motive eden bir şey söyledi, Özkan bırakma geleceğin azizesi bile olabilirsin dedi. Açıkçası , o zaman ne demek istediğini anlamadım, tabi yıllarca yazma serüvenim devam etti. yazdım ama köşe yazıları yazmaya başlayınca zaten tekstille ilgili özellikle ve sonra sosyal medya bu kadar ön plana çıkınca bir kış günü babamın hayatını yazayım da kaybolmasın, diye yola çıktım. Sonra çok sevdiğim beraber çalıştığım bir kardeşim var, görüşlerine değer veririm ve aynı zamanda editörüm “Sibel BAĞCI UZUN” ilk ona gönderdim o da beni çok duygusal şekilde arkamda durup bu kitap olmalı “Özkan Bey” dedi. Benim yazarlık serüvenim ciddi anlamda o zaman başladı ama bir es vereyim. Burada asıl konu şu ben “şiir” yazıyorum. 1980’lerin başından şiirlerim var, şimdi bakıyorum ki orada ki her bir şiir duygu dosyayı olmuş, ben oradan cımbızlayıp cımbızlayıp alıp kitap yazıyormuşum, sonradan anladım. Aslında, ilk basılmış kitabım (ciddi olmasa da) bir kısım tarafından bana bir yaş günümde sürpriz olarak yapılmış “Kadın Kokusu” adlı kitabımdır. Sonra ona” Gül Ağacı” sonra “Gül Birliği” olarak isimini değiştirdikten sonra, profesyonel anlamda bastıka geçti.
M.Haluk Yalçınkaya : Yazılarınızda esas anlatmak istediğiniz alt metin nedir ?
Özkan İrman : Ben bir dönem sonra hayatı iyice anlamaya başladıktan sonra ve okumaya başladıkça “neden gelişmiş toplumların geliştiğini, neden uzun yıllar hüküm sürdüğünü ? niye o imparatorluğun üzerinde güneşin batmadığını ? ” anlamaya başladım. Benim bir kitabımda şöyle başlar, bilgi kaybolmamalı herkesin yazacak bir şeyi vardır. Hiç tahmin etmediğimiz bir insanın bildiği öyle bir şey vardır ki; onu ordinaryus profesör bilemez. O yüzden diyorum; ” herkes yazmalı ve gelecek nesillere bunu bırakmalı” aslında bakarsanız daha da bunu açarsak şahsileştirirsek ben dedemden bir şey kalsın isterdim, Kadri Efendi den ciddi bir ticaret erbabıymış. Onun yazdığı bir satır dahi yazı yok, bir tek fotoğrafı var ve halamın anlattığı bir kaç hikaye dışında o ticari zenginliği hiç bir şekilde bilmiyorum oysa babama bile kalmamış, babaanneme dahi kalmamış. Kalmış olsa diyorum ki; bu ticaret kültürü devam ederdi ve bende belki o ticareti devam ettiriyor olabilirdim. Neden yeni yüzyıl firmaları var ticaret bilgisiyle bağdaştırdım aslında ama bunu her sanata, kültüre, hayata dahi her şeye uyarlayabiliriz öyle değil mi bilgi akması lazım “torunuma.” Bence; mezar taşında yazmaz bu bilgi “ben vardım, sağdım, yaşadım” işte yaşadığımın kanıtı notlarım, kitaplarım.
M.Haluk Yalçınkaya : Mezeci çırağı Özkan olarak hayatınızı sürdürse idiniz, yine aynı yazıları yazar mıydınız ?
Özkan İrman : Asla bunları yazmazdı. Yazarların hayatlarına şöyle baktığımız zaman, beslendiği bir şeyler var. Bende şimdi ekonominin içinden gelmişim, çırakmışım tarihi pirinçhan’da oradaki esnaf kökün içerisinde yetişmişim biriyim. Ticari bir dil vardı, esasında ekmek parası kavgası vardı. Bunu hayat’tan ayıramazsınız ,ekmek parasını cımbızlayamazsınız. Mutlaka sonunda benim ticaretle uğraşmam; şirkette yöneticilik yapmam, kendi işimi kurmam ve bir çok ülkeyi ve şehri geziyor olmam beni beslemiş. Yani ne yazardım bilmiyorum, mutlaka bir yerden beslenirdim yine yazarlık serüvenim olurdu ama bu kadar zengin olmazdı. Çok besledi ticaret ve ekonomi beni ama tekrar söylüyorum bunu ayırmak mümkün değil.
M.Haluk Yalçınkaya : İş adamı olmasaydınız yine yazar olur muydunuz ?
Özkan İrman : Kesinlikle olurdum, çünkü benim çocukluğumdan beri anlatacak hikayelerim vardı. Dün özellikle bir anı geldi aklıma onu anlatma ihtiyacı hissettim. Yani yine olurdu çocukluğumdan beri anlatıyorum, şimdi biraz karıştırıyorum bunu yazmış mıydım yoksa anlattığım için yazdığımı mı sanıyorum artık bellek karışmaya başladı bakmam gerekiyor çünkü çok kitap oldu ve veya tekrar yazayım ya başka bir duygu düşünceyle yazayım aynı anıyı yani komplekssizce tekrara düşmeyi göze alarak acaba aynı şeyi mi yazacağım, bilmiyorum.Bir gün öldükten sonra dedim ya Ahmet Mehmet değil sadece torunum mukayese etsin. Dedem, büyük dedem, daha da büyük dedem bir anıyı şimdi farklı yazmış duygusu düşüncesi farklı mıymış yoksa gerçek bu muymuş yıllar biliyorsunuz düşünceyi çok etkiler.
M.Haluk Yalçınkaya : Siz kendinizi Türk edebiyatında nerede görmek istiyorsunuz ?
Özkan İrman : Çok iddialı şeyler söylemek istemem çok okunmak isterim tabi, ne için yazıyoruz. ya Özkan İRMAN böyle bir hayat yaşadı diye, çoğu arkadaşlarıma da diyorum ki sizde “yazın” her gün bir satır yazsanız bir paragraf yazsanız yıl bittiğinde 365 paragrafınız olur. Kime kalsın çocuklarınıza kalsın yaşadığınızın kanıtıdır. Bir kitabım film oldu ama ben kötü bir anlatıcı olduğumu düşünmüyorum bir kere kesinlikle özgür olduğumu düşünüyorum. Kitaplarımın, ileride daha da teveccüh göreceğini daha da anlaşılacağını düşünüyorum.
M.Haluk Yalçınkaya : Mezeci çırağı kitabını neden filme aldınız? film istediğiniz lezzeti verdi mi ?
Özkan İrman : İkisi ayrı ayrı eserler, filmi ve kitabı ayrı yerlere koyuyorum konu aynı fakat hiç aynı değil mutlaka yazarın diliyle senaryoya geçtikten sonra ki dil farklı olur. Atmosfer, oyuncuların kattıkları ortaya başka bir şey çıkıyor. Ben ikisini de ayrı ayrı seviyorum bana sorarsanız bu film daha güzel olur muydu diye, daha sonra olur muydu diye ama bir şey olacaksa eğer evrende güç birliği ediyor. Yani ben bunu dillendirdikten 3 ay sonra film olayı gündeme geldi ve filmi çektik. Şimdi olsaydı belki çok daha zengin daha vodvil tarzı yapardım, daha çok oyuncu ile belki bütçeyle belki ben değil daha büyük bir yönetmen ile çekebilirdim. Ama acaba bu kadar böyle bir şey ortaya çıkar mıydı tartışılır. Geçmişte de olmuştur bir çok eser defalarca filme çekilmiştir. Bu film bu kitap tekrar senaryolaştırılıp tekrar filme çekilebilir, çekilmesini çok isterim, başka bir şey ortaya çıkacaktır. Çünkü anlatıcının dili senaryoda farklı oluyor yönetmenin de bakış açısı farklı oluyor on tane yönetmene verseniz on farklı film ortaya çıkar.
M.Haluk Yalçınkaya : Kitap yazarken hangi evrelerden geçiyor ve bizim önümüze geliyor ?
Özkan İrman : Çok üzüldüğüm de ya çok sevindiğim de ya da çok kararsız kaldığımda benim kurtuluş noktam oldu yazmak, özellikle son zamanlarda yazdığım üçüncü kitabım şu an basıma hazırlanıyor, dördüncü kitabımı daha yazıyorum ama dördüncü kitabım olsun diye yazmıyorum günlük olsun diye de yazmıyorum. Gece uyandığımda “kabus” görmekten iyidir yazmak hem anı başında ve sonunda yazılan mektuplar, Sibel BAĞCI UZUN arkası yarım mektuplar koydu adını çok doğru gerçekten de hep mektupların arkası geliyor. Mektup yazmak diye yola çıkmıştım, yıllardır mektup yazmıyoruz ya unuttuk mektup yazmayı eskiden çok mektup yazardık onları dosyalardık “posta posta…” öyle çıktı ortaya. Ben gece kalktığımda canım sıkılmışsa belki çok heyecanlıysam diğer gün özel bir durum ise veya stresli bir gün ise gerek ailevi durumlar veya hastalık varsa bir şey varsa vs. vs. heyecanlanıyorum ve bir kurtuluş oluyor. O dönemde mutlaka bir anı dosyası gündeme geliyor ve onu yazıyorum.
M.Haluk Yalçınkaya : Yazı yazmayı seviyorsunuz, Yazlarınızı yazarken nerede, ne şekilde yazıyorsunuz ?
Özkan İrman : Ben havada, karada, denizde yazarım çünkü, teknoloji bize o imkanı sağlıyor. Android telefonlar o imkanı sağlıyor. Artı birde hemen mail atıyorum başka başka dosyalara ve editörüme biz orada onu kopyalamış oluyoruz. Bir anlamda ben yazma isteği gelsin burada elli kişi konuşurken ben yazıyorum, yazarım.
M.Haluk Yalçınkaya : Eserlerinizi sıralamak gerekirse, en baştan şimdiye kadar nasıl sıralarsınız ?
Özkan İrman : Ben de acemilik yaşadım, önce çıraktım. Duygu patlaması olarak bende ustalıktan da önde çünkü bu elinizde olan bir şey değil. Ben ağlayarak yazdım (mezeci çırağı) o kitabı duygu açısından belki hiçbir zaman mezeci çırağının üstesine çıkamayacak, ilginç değil mi? bir anlamdan bakıyorsunuz çıraklık gibi gözüküyor ama duygu yoğunluğu açısından baktığınızda hiçbir zaman onun üzerine çıkamıyorsanız eğer veya okuyup tarafından teveccüh görmüyorsa eğer hangisi ustalık hangisi çıraklık tartışılır. Sıralama yapacak olursam eğer tabi ilk çocuğum mezeci çırağı derim, ilginç kitaplar arasında yamyam ve avcısıda ilginç bir kitaptı çok gider ve gelirdi geçmişe ve geleceğe, tatlıcım orjinal bir hikayedir 70’li yılların Bursa’sında geçen ve mezeci çırağı ile çok benzer, mezeci çırağı pirinçhanın içinden çıkan bir hikaye, tatlıcım da oraya kadar gelen yolu anlatan bir eser oldu. O yüzden önemsiyorum ama ticari anlamda ortak hadi gel batalım ticarete ışık tutan eser oldu. Seviyorum hepsini ama misal ya “patron duyarsa” daha çok traji komik bir hikaye bir de böyle ışık tutmuştur o da ilginç belki de belge niteliğinde bir şey unutulup gidecek 1990’lı yıllar, o da önemli bir kitap bence.
M.Haluk Yalçınkaya : Ya patron duyarsa kitabını açar mısınız ?
Özkan İrman : Esasında bizim yaşadığımız bu hayat içerisinde çok ortaklık yapmayı seviyoruz . Ticaret, kalk şuraya gidelim. Yani kötü bir şey yaparken bile yanımıza ortak arıyoruz. Komşunun çocuğunu evden çağırıyor ve cinayete ortak ediyor mesela durup dururken, yani bunlara bir şey yaparken ya ticaret ya başka bir şey bazı şeylere dikkat etmek lazım ve o serüveni anlatıyorum esasında biz nasıl oluyor da ortak hadi gel batalım diyoruz. Gerek kendi anılarımı gerek çevremde gördüklerimi birleştirerek bir eser ortaya çıkarttım. Karikatürlerini ben çizdim oğlum İsmail İRMAN da boyadı. Esasında bunun 2.si yazılır 3.sü yazılır o hikaye bitmez.
M.Haluk Yalçınkaya : “Özkan İRMAN” sizden ayrı bir hikaye yazsa nasıl bir hikaye yazar ?
Özkan İrman : Yazdıklarımı, yaşadıklarımdan ayıracağımı inanın hiç düşünmedim. Yani ben hayalperest bir insanım hayal kuruyorum gelecek ile ilgili ama mutlaka yine içinde ben ve yaşadıklarım olacaktır, ne kadar gizlemeye çalışsam da yakından bakan biri biraz büyüteç tuttuğunda bunu rahatlık ile görebilir. Yani ben fütürist bir şey yazamam ama kahinlik derecesinde bazı şeyleri bilirim çünkü tecrübe bunun adı sizde bilirsiniz başkaları da bilirler ama kurulu bir bilim yazabilir miyim sanmıyorum, o tarz bir insan değilim.
M.Haluk Yalçınkaya : Türk edebiyatından ve dünya edebiyatından sevdiğiniz, beğendiğiniz yazarlar ?
Özkan İrman : Reşat Nuri GÜNTEKİN’i, Hüseyin RAHMİ’yi, Yahup KADRİ’yi çok sevmişim’dir. Cumhuriyetin ilk dönemlerinde ki bir çok öykücüyü Aziz NESİN’i çok severim, Türkçe’ye katmış olduğu değeri ve anlayışı, o hayatının ortasında baş kaldırışını, gözlem yeteneğini, seçtiği sözcükleri çok severim. Yabancı yazarlardan, özellikle Rus yazarlarını çok sevmişimdir. Ama Amerika kıtasından da Steinberg hastası olduğum bir yazar.
Özkan İrman : Hayatın kendisinde hatta her bireyin içerisinde iyi ve kötü var. Evden çıkıyorsun potansiyel suçlusun, beni ezebilirsin, cep telefonuyla konuşurken birini ezebilirsin ve inan 5 dakika sonra seni evinin önünde linç ederler. Dikkatsizliğe bak 7 yaşında çocuğu ezdi, siz evden çıkarken 3 çocuğun babası olarak evden çıkarsınız hayatınız boyunca karıncayı ezmemişsinizdir o gün 7 yaşında bir çocuğun hayatına son verirsiniz, bir saniye önce iyiydiniz bir saniye sonra kötüsünüz hayatın kendisi iyi ve kötü üzerine kurulu. Bunu nasıl birbirinden ayırabilirsiniz ki, ben kötüyü kabul etmiyorum, alkışlamıyorum da ama diyorum ki okuyucuya bakınız can karakterinde de eşim çok kızdı, ama iyi ve kötü iç içe insan denilen varlık düşünür, iyiyi, kötüyü, güzeli, çirkini düşünür yapmazsan ne ala doktorinler her yerde var. Kötülük yapıncaya kadar suçlu değilsin, düşünmek suç değil fakat uygulamaya döktüğünde suç oluyor. Kötü kötüdür, iyi iyidir bu safta dursun. Yakın muhitimde bir çocuk şuan da 23-24 yaşlarında 13 yaşında arkadaşlarıyla bir grup hareketi yaptığı için şuan da 10 yıl sonra cezaevine düştü ve söylemeyeceğim ne olduğunu ama hayatı boyunca o yafta ile yaşayacak. O suç işlememiş bir çocuk kötü, ne neye göre kötü sadece arkadaşları çağırdığı için gitti, o yüzden diyorum sizde bende potansiyel engelliyiz, potansiyel kötüyüz, potansiyel suçluyuz ben hep şunu diliyorum yüz kızartıcı bir şey ile finali vermemek çünkü hayat çok uzun bir maraton o finali vermeden iyi anılarak ölmek ne güzel bir şey.
M.Haluk Yalçınkaya : Yazar olduktan sonra ticari anlamda hayatınızda değişiklik oldu mu ?
Özkan İrman :Siz neyseniz osunuz, yedisinde neyseniz yetmişinizde de osunuz çok ticari karar altı düşünmeyip insan odaklı değilseniz onu düşünüyorsanız öyle bir hayatınız olur. Ben iş hayatının en altından gelen bir adamım asgari ücret ile yaşamak, çalışmak ne demek bana kimse anlatmasın ben bilirim. Zor şartlarda, iş şartlarının en ağır olduğu şartlarda çalışmanın ne demek olduğunu bana sorsunlar ben bilirim ben neysem gerçekten oyum ama ticaretin genel geçer bir takım kuralları var, çok duygusallığı kaldırmaz ben yazarlık kimliğime büründüğümde yazmaya başladığımda muhakkak ki o elbisemi çıkartıp diğer elbisemi giyiyorum bu bukalemun gibi değişiyorum anlamına gelmez bir örnek vereyim mesela; ticaret erbabıyım normal şartlarda çok duygusal olmamalıyım, vasfa uygun insan almalıyım öyle değil mi diyorum ki öyle yapacağım işin en iyisini yapacağım diyorum eski mahallemden bir abim geliyor çok zor durumdayım diyor işe alıyorum olmayacağını bildiğim halde işe alıyorum ve sonunda gol yiyorum o da duygusal olarak sarsılıyor bende öyle sarsılıyorum ilişkimizde sarsılıyor ama ben ona yardım etmiş oluyorum. O iki, üç yıl zarfında ilaç oluyorum finalinde kötü oluyorum kötü olmayı yine göze alıyorum ve bunu yapmaya yine devam edeceğim. Özkan İRMAN’ı yazar Özkan’dan iş adamı Özkan kimliğini ayırmak çok zor.
Özkan İrman : Bir çok sanat dalı var neden yazarlığı tercih ettiniz ?
M.Haluk Yalçınkaya : Dedim ya çok anlatan bir adamım ben anlatacak şeylerim var. Beş kişi bir araya geldiğimizde ben çocukluğumdan bir hikaye anlatırım esasen buna”talk show” deniyor, küçükte olsa skeçler yapar anlatırım bu esasen tiyatro bir anlamda ve bunu birbirinden nasıl ayıracaksınız, belki ben yazar olmasaydım tiyatrocuda olabilirdim çok isterdim çünkü ortaokul yıllarında neredeyse sahneden inmedim 3 yıl boyunca kendim yazar kendim oynardım.
M.Haluk Yalçınkaya : Ailenizde yazar olmanızla ilgili iyi ya da kötü sizi etkileyen şeyler ?
Özkan İrman : Babam 54 yaşında, genç yaşta öldü hayata gözlerini yumdu kollarımda ben yazdıklarımı babama okurdum veya eserler okurdum can kulağıyla dinlerdi buradan da söyleyeyim çocukları dinlemek lazım dinliyormuş gibi yaptığında anlar canı gönülden gerçekten dinlemek lazım belki bende zaman zaman yapamıyor olabilirim günlük koşuşturmadan aklımızda bir takım kırıntılar vardır takılan şeyler vardır bazen dinliyormuş gibi yapabiliriz. Ben babama çok şey borçluyum babam beni gerçekten dinlerdi yazdığımı babama okurdum çok hoşuna giderdi annemde keza öyle annemde sanatla uğraşan karikatür çizen bir insandı her ne kadar yolunda gitmemiş olsa da çizgisinde bir karakteri vardı. Tabi ki bu çok faydalı oluyor çocuğa.
M.Haluk Yalçınkaya : Patron duydu mu ?
Özkan İrman : Duydu, şimdi cayacak mı bilmiyorum ya cayarsa diyecek bakalım.
Bu işler sayesinde üniversitede ki gençler ile buluşuyoruz sivil toplum örgütleri çağırıyor onlar ile bir araya geliyoruz ortaokula bile gitmişliğim vardır mezun olduğum ortaokula dediğim gibi bir çok ortamda gençlerle özellikle gençlerle bir araya gelme olanağı buldum son yıllarda kitap serüvenim ile birlikte şu böyle bir şey oluyor esasında bakarsanız merkete gittin ve pazar araştırma vardı yani iyi kötü bir pazar araştırması yaparsınız sunarsınız insanlara veya tezgaha koyarsınız bakarsınız ve sonucunu gözlemlersiniz not eder devam edip etmeyeceğine karar verirsiniz bir anlamda da bu benim içinde pazar araştırması değil ama çünkü satmıyorum kitaplarımı ben dağıtıyorum daha çok üniversite öğrencilerine binlerce kitap dağıttık sıcak sıcakta tepki almamı sağlıyor yani rafta buluşması edebiyat severlerle okuyucularla tabi ki dağıtmaya göre çok daha zor çoğunlukla verilen şeyin pek değeri olmuyor olmalı aslında öyle değil mi hediye ediyorsunuz ama dönüşlere baktığımda da o kadar sıcak yorumlar oluyor ki hala da devam ediyor mesela 3 yıl önce vermişim bu yaz tatilinde idrak etmiş daha yeni fırsatı olmuş kızımız veya oğlumuz okumuş sosyal medyada yorum yapmış insanın hoşuna gidiyor bayılıyorum tabi bu anlamda da ben bunu sadece kitaplarımda bahsetmiyorum zaten yaşanmış hikayeleri mezeci çırağından başladım hikayeye iş için çoğunluklada ekonomi ve kariyer var hayatın kendisi var baştan bu hayatının gerçeği baştan sona kadar nihayetine getiriyorum insanları ve umut aşılıyorum bence umut aşıladığımı düşünüyorum ve geri dönüşlerde bu yönde buna devam edeceğiz.
M.Haluk Yalçınkaya : Hangi üniversitelere gittiniz, onlara anlatmayı hedeflediğiniz şeyler nedir ?
Özkan İrman : Ben bütün Türkiyeyi kendi vasıtamla hiçbir maddi kaygı gözetmeksizin en önemlisi maddi tarafından varsa paranız harcarsınızda zamanını da harcayarak ki bunu zaman harcamak olarak asla görmüyorum bu ülkeye manevi borcumuz var bizim ve herkes ucundan kenarından bir işletmecilik yapıyorsa veya anlatacak şeyi varsa ve çağırılıyorsa da mutlaka dur gitmeyeyim anlatamam dememeli dili döndüğünce bence anlatmalı çünkü gençliğin buna çok ihtiyacı var İstanbul teknik üniversitesinden samsunda ki 19 Eylül üniversitesine kadar Erzincan üniversitesine kadar yani bir çok yere kendi vasıtamla bizzat eşimle beraber gittik hem de yolda besleniyoruz sohbet ediyoruz uğradığımız yerlerden de besleniyoruz ama öğrencilerle bir araya geliyoruz tabi çok çağırmaya başladılar çok teveccüh görmeye başladı çünkü benim hikayem umut aşılamanın dışında da tiyatral bir tarafıda var ve özgün hiçbir yerde daha önce anlatılmamış şahsıma ait yaşadığım hikayeler ışığında kariyerimi anlatıyorum yaptığım hataları yapıyorum ve sonucunda diyorum ki bak delikanlı evlen ailen olsun bu çok önemli çünkü şimdi bakıyorum kişisel gelişim uzmanları kendi hayatını anlatırken yanlış mesajlar da veriyorlar yani buna da parmak basmak lazım doğru mesaj vermek lazım gençlere bir evlen iki yılma hatalar en büyük öğretmenindir hatalar benim gerçekten başöğretmenim oldu sende hatalardan ders al hatalar yapma bunu anlatıyorum gençlere.
M.Haluk Yalçınkaya : Lise hayatınızdan bir kaç anı dinleyebilir miyiz ?
Özkan İrman : Tophane endüstri lisesi deyince aklıma ilk gelen insan Kemal10.12 edebiyattan demek ki hoşlanıyormuşum karikatür çiziyorum Kemal 10.18 üniversitelerde anlatıyorum hep bir gün karikatür çizdim bir öğretmene ve yakalandım ben bir suç işlediğimi bilmiyorum açıkçası e karikatür abartma sanatıdır abartmışım çok adem elmasıdır kulaklarıdır kısa pantolonu daha kısa çizmişim öğretmenimiz delirdi bunu ben delirmek olarak nitelendiriyorum gerçekten çıldırdı yani kolumdan tuttu beni koridora attı hep diyorum ki orada bir pencere olsaydı beni o öğretmen disipline götürürken en ağır şekilde ceza alacaksın derken ki bunun sonucu okuldan atılmaktır benim eğitim hayatımın sona ermesidir ki babam otoriter bir adamdı beni çalıştırmak istiyordu zaten iş gücü bunun yanında yardımcı olacağım pencereden atlardım bir cam olsaydı müdür yardımcısının odasına götürdü bir baktım Kemal ?11.14 gözlüklerin üzerinden baktı buyrun dedi en ağır şekilde Özkan’ın cezalandırılmasını istiyorum dedi neden dedi öğretmene baksanıza dedi benimle alay ediyor dedi terbiyesiz hocam gördünüz mü dedi baktı Kemal hoca gülümsedi hocam dedi biz tersine sanatsal yönü ağırlıklı öğrencileri motive etmeliyiz teşvik etmeliyiz Özkan dedi ilk derste kağıdı kalemi hazırla ben işaret vereceğim beni çizeceksin dedi sen işaret vereceksin ben geleceğim alacağım dedi ben çok sevindim önce çok üzülmüştüm sonra çok sevindim gerçekten o derste kalemimi kağıdımı hazırladım işaret ettim çizdim ama çizemiyorum yani karikatür yapamıyorum resim yapmaya çalışıyorum oysa ben resim çizemem karikatür çiziyorum oradan ilerlemişim işime sonra iyi veya kötü bitirdim kendimce kalemi bıraktım işaret ettim karlı bir şubat günüydü Bursa da geldi Kemal bey pencerenin önüne geldi Kemal hoca baktı ve ağlıyordu çünkü ben onu karikatürize edememiştim ama sırtına bir çift kanat çizmiştim onun melek olduğunu başına da bir hare çizmiştim melek olduğunu sembolize eden benim için bu tarz umut veren umut aşılayan öğretmenler bir melektir bu öğretmen de olmayabilir mahallede biri de olabilir ablanız ağabeyiniz de olabilir fark etmez onları alkışlamak lazım ben kemal hoca ve Kemal hoca gibi olan insanlara idolleri yani idollerimizi buraya getirenleri alkışlatıyorum herkese alkışlatmaya da devam edeceğim.
Bir yanıt bırakın
Yorum yapabilmek için oturum açmalısınız.