Birgül Yeşiloğlu Güler hocama sordum…

…Benim için dünya neyse odur gratanio, bir sahne yani; herkesin de bir rolü var: benimki dertli adam rolü…

Bu replik W.Shakespeare’nin Venedik Taciri oyunundan bir alıntı. Neden bu alıntı ile başladım? Anlatayım uzun yıllardır tanıdığım  Doç.Dr.Birgül Yeşiloğlu Güler’in hayata bakış açısı Venedik tacirideki karakter antonio gibi dünya yı sahne olarak görüp sentez yapan yazar, yönetmen.

M.Haluk Yalçınkaya -Sizce tiyatro ne demek? Sizin için tiyatronun anlamı ne?

Birgül Yeşiloğlu Güler- Sevgili Haluk, tiyatro benim için yuva demek… Yuva, insanın kendini ait hissettiği yerdir. Tiyatro sanatı da benim kendimi ait hissettiğim bir yer… Sanatın bütün kollarına kendimi çok yakın hissediyorum ama elbette ki tiyatro yakın hissetmenin ötesinde bir duyguya sahip ruhumda… Kanımca yerküre üzerinde yaşayan herkes bilerek ya da bilmeyerek, isteyerek ya da istemeyerek bir şekilde tiyatro sanatını deneyimliyor ama farkında olmuyor… Düşünsene daha annesinin karnındayken ‘oynama’ eylemiyle tanışan çocuk sonra hayatı ve ilişkileri aslında bir nevi gözlemleyerek, taklit ederek oynayarak öğreniyor. Ben ise bir tık ötesine geçtim bu öğrenmenin… Tiyatro artık hala öğrendiğim ama aynı zamanda da öğrettiğim bir konuma geçti benim için… Nefes almak gibi bir şey oldu. Kısacası tiyatro benim için neredeyse hayatın ta kendisi, içinde her şeyi bulduğum…

M.Haluk Yalçınkaya: Oyun yazarken konuyu nasıl belirliyorsunuz?

Birgül Yeşiloğlu Güler- Oyun yazarlarının yaratma süreçleri tıpkı bir parmak izi gibi kişiden kişiye göre değişiyor. Benim oyun yazma sürecim ise genellikle etkilendiğim bir görsellik ya da duymuş olduğum bir cümle üzerinden başlıyor. Bunu daha önceki röportajlarımda da sıklıkla okuyucularıma söylemişimdir. Mekânlar beni çok fazla etkiler… Bu nedenle oyunlarımı genellikle mekânlar üzerinden yola çıkarak yazarım ya da apansız, bağımsız hatta anlamlandıramadığım belki televizyonda duyduğum, belki sokakta işittiğim, belki de gündelik hayatın içerisinde öylesine kulağıma çarpan bir cümle, bir kelimeden esinlenerek yaratıcı kurguma ulaşıyorum.

M.Haluk Yalçınkaya Yazarlık mı? Tiyatro mu sizin için daha önemli ya da sizin için anlamı nedir?

Birgül Yeşiloğlu Güler- Artık ikisini birbirinden ayırabilmem çok zor sevgili Haluk… Elbette ki tiyatro dışında da başka bir yazarlık hayatım var. Örneğin şiir yazarım, öykülerim var, bitirme aşamasında olduğum bir de romanım var. Özgün yazarlık anlamında bu üç farklı yazma serüveni beni etkiliyor ama okuyucularımın, belki de daha doğru bir söylemle seyircilerimin beni tanıması genellikle tiyatro oyun metinleri üzerinden oldu ama bu demek değil ki bu hep böyle devam edecek. Edebiyat dünyasına yaklaşık iki senedir üzerinde çalıştığım romanımla adım atmak istiyorum. O noktada sanırım benim için tiyatrodan daha çok edebi metin yazarlığı önemli olacak. Tabi bu arada belirtmeliyim ki akademisyenliğin getirdiği iş yükü yazarlığa yeterince zaman ayırmama engel oluyor maalesef.

M.Haluk Yalçınkay:  Dramatik Yazarlık bölümünü neden seçtiniz? Size bu bölümü seçmenize sebep olan olay ne oldu?

Birgül Yeşiloğlu Güler- Aslını ararsan, ben bölümü seçmedim. Sanırım bölüm beni seçti… Liseden bir arkadaşım dramatik yazarlık sınavlarına hazırlanıyordu. Yetenek sınavlarına kaydolmak için Dokuz Eylül Üniversitesi’nin Güzel Sanatlar Fakültesi’ne gittiğinde tesadüfen ben de yanındaydım. Hiç aklımda yokken birden bire kendimi yetenek sınavlarına başvuru yaparken buldum. Hani bazen derler ya su akar yatağını bulur diye… Gerçekten de bu sözün artık doğru olduğuna inanıyorum. Hayat bir şekilde beni dramatik yazarlık sınavlarına başvuran bir öğrenci adayı konumuna getirmişti. Ben de kendimi akışa bıraktım, bölüme başarı derecesiyle girdim. Şimdi ise dramatik yazarlık alanından doçentliğini almış bir akademisyenim. Geriye dönüp baktığımda aslında hiçbir şeyin tesadüf olmadığını, hayatın bizi yeteneklerimiz doğrultusunda kucakladığını görüyorum. İyi ki o gün oradaymışım.

M.Haluk Yalçınkaya: Yazdığınız karakterleri canlandırmayı ve oyuncu olmayı düşündünüz mü?

Birgül Yeşiloğlu Güler-Bu güzel soru için teşekkür ederim Haluk. Oyunculuk süreci üzerinden kendi yaşam öykümü anlatma fırsatı yarattın bana. Lisan eğitimimi dramatik yazarlıkta yaptım ancak yüksek lisans eğitimimi özellikle oyunculuk üzerinden yapmak istediğimi ezelinden beri biliyordum. Çünkü iyi bir yazarın en az bir oyuncu kadar sahneyi yakından tanıması gerektiğine her zaman inanmışımdır. Bu amaçla yüksek lisansımı Çukurova Üniversitesi, tiyatro oyunculuk alanında yaptım. Bu hayatımda verdiğim en doğru kararlardan biriydi. Elbette ki yazarlık çıkışlı biri olarak oldukça zorlandım ama çok çalışarak azmederek başardım. Yüksek lisans eğitim süresi boyunca elbette ki mezun olabilmek için aynı zamanda da oynadım. Yani kendi yaratığım bir karakteri değil ama başka yazarların yarattığı karakterlerde oynadım.

M.Haluk Yalçınkaya: Oyun yazarken karakterlerinizi yerine kendinizi koyuyormusunuz?

Birgül Yeşiloğlu Güler-İçselleşmemek elbette ki mümkün değil… Bir yerden sonra ya yazar olarak ben karakterime gidiyorum ya da yaratıcı bir kurgu olarak karakterim bana geliyor. Sahneye taşıdığım her karakter yazma aşamasındayken benden bir parçayı elbette ki taşıyor ama bu süreç sahnelendiği anda tamamen kayboluyor. Karakter üzerinde hissettiğim aitlik ve mülkiyet duygusu bir anda bitiveriyor ve kendimi o noktadan itibaren karakterimle özdeşleştirmiyorum.

M.Haluk Yalçınkaya: ‘Cumhuriyet Dönemi Kadın Oyun Yazarlarının Kadın Eksenli Oyun Metinlerinde Kadın Karakterlere Yaklaşımlarının İncelenmesi’ başlıklı tezi yazdınız? Sizce Cumhuriyet kadının durumu ne?Türkiye de kadınların konumu ne, ne olmalı?

Birgül Yeşiloğlu Güler-‘Gerçek’ Cumhuriyet kadınları, hatta onların yetiştirdikleri kadınlar her zaman güçlü, her zaman aydın, her zaman entelektüel bir bakış açısına sahip hem kendilerine, hem de hayata karşı… Üzülerek belirtmeliyim ki bahsi geçen bu Cumhuriyet kadını profili maalesef ki gittikçe azalıyor. Bunun altında birçok sebep var ama sanırım en önemlisi kadının kendi gücünü keşfetmemesi yatıyor. Kadın yaşamın ta kendisi! Hayatı doğuran, çoğaltan, geliştiren, dönüştüren ana enerji kaynağı. Bunu görebilen ülkemin kadını elbette ki bu doğrultu da güçlü ve mutlu oluyor. Bunu başaramayan kadınlarımız ise maalesef ki ya erkek terörüne kurban gidiyor, ya çocuk gelin oluyor, ya da kendini keşfetme fırsatını bulamadan hayata yenik düşüyor. Tam bu noktada şunu belirtmek isterim ki, kadının kadına ‘cam tavan’ olmadığı ve kadının kadını desteklediği bir dünyayı düşünme yolunda umudumu hiç kaybetmedim. Bu nedenle oyunlarımda da yarattığım kadın karakterler üzerinden hep bu umudu yeşertmeye çalıştım ve çalışıyorum.

M.Haluk Yalçınkaya: Kadınlar Konuşursa oyununu nasıl yazdınız? Yanitemel aldığınız konu ya da olaylar neidi?

Birgül Yeşiloğlu Güler-Sevgili Haluk Kadınlar Konuşursa’nınyazılma süreci oldukça ilginç. Tiyatrodan aktris bir arkadaşım olan Neriman Uğur, kendisinin oynayacağı bir oyun yazmamı istedi.Tek kişilik bir oyunda birkaç kadını canlandırmak istiyordu. Bu kadınlardan bir tanesinin özellikle gassal olmasını istedi. Ben de bunun üzerine morgda çalışan gassal yani ölü yıkayıcısı olan bir kadını Neriman’ın talepleri doğrultusunda oluşturdum. Sonra bu kadının yanına gazete haberlerinden yola çıkarak gerçek yaşam hikâyelerinden aldığım üç kadını daha ekledim. Biri Suriyeli bir mülteci, biri konsomatris, biri de eski bir Yeşilçam aktristi olan bu üç kadını kimsesizler mezarlığında buluşturdum. Oyunun aylar süren ön araştırması ve dramaturjikmasa başı çalışması oldu. O üç kadının, üç trajik yaşam öyküsü ruhumdan kaleme damıtıla, damıtıla döküldü. Üçünün hayatıda birbirinden daha zor ve daha can yakıcıydı. Onları sahneye taşımak benim için üç hemcinsime karşı duyduğum bir vefa borcu gibiydi. Üçünün de yattıkları yer nur olsun. Yaşarken hiç tanışamadığım bu üç kadın şimdi yazarlık hayatımın en önemli üç ismi oldu. Hayat ne kadar garip değil mi? Bir aktris ve bir yazarın denize karşı yudumladıkları iki bardak çaydan sonra adını sanını bilmediğimiz üç kadın dostumuz oluyor ama üçü de ölü… İşte tiyatro tam da bu noktada diğer sanat dallarından fersah fersah ayrılıyor. Ölümsüzlük gibi bir şey…

M.Haluk Yalçınkaya: Değirmen oyununuz yazım süreci ne idi? Nasıl bir çalışma yaptınız?

Birgül Yeşiloğlu Güler-Sevgili Haluk, Değirmen’in de tıpkı Kadınlar Konuşursa da olduğu gibi ilginç bir öyküsü var ben de… Sabahattin Ali’nin Değirmen adlı öyküsünü çok beğendiğini söyleyen sevgili Nazif Uslu, öyküyü benden uyarlamamı istedi. Sabahattin Ali’nin gerçek bir sevdalısı olarak teklifi kabul ettim. Sonrasında benim için dramaturjik masa başı çalışması başladı. İlk önce anımsatma okuması yaparak Sabahattin Ali’nin Değirmen öyküsü başta olmak üzere diğer eserlerini tekrar okudum. Gördüm ki Değirmen öyküsü sahnelenmeye oldukça uygun… Uyarlama yapmanın en önemli koşullarından biri uyarlanacak metnin gerçek özüne ve yazarın diline ulaşmaktır. Bu bağlamda ben de ciddi anlamda üç aylık bir dramaturjik masa başı çalışması yaptım. Değirmen’i hangi teknikleuyarlayıp, sahneye taşıyacaktım? Uzunca bir müddet kendi iç dünyamda bu sorunun yanıtını aradım, sonunda buldum. Değirmen’i yine Sabahattin Ali’nin ölümsüz eserlerinden biri olan Kuyucaklı Yusuf romanına metinler arası gönderme yaparak sahneye taşıyacaktım. Bu rotada masa başı çalışmalarımı bitirdiğimde uyarlamamda bir şeylerin eksik kaldığını, sanki metnin yeni bir dokunuşa ihtiyacı olduğunu hissettim. Bu dokunuş neydi? Bu sorunun yanıtını da çok geçmeden buldum. Oyun Sabahattin Ali’nin kendisini istiyordu. Ben de bu isteğe canı gönülden karşılık verdim ve Sabahattin Ali ile Ali Sabahattin karakterlerini sıfırdan kurgulayarak oyun içinde oyun tekniğiyle metne dâhil ettim. Artık elimde sadece bir uyarlama değil; hem bir kolaj, hem de metinler arası gönderme yöntemiyle elde ettiğim bir oyun vardı. Bu da Sabahattin Ali’nin ruhuna gerçek bir saygı duruşuydu o nedenle içimde tatmin olmuş, huzurlu bir duyguyla metni hem Devlet Tiyatroları’na, hem de sevgili Nazif Uslu’ya gönderdim. Ne mutlu bana ki oyunum Maskara Tiyatrosu tarafından pandemiye rağmen sahnelendi aynı zamanda da Devlet Tiyatroları edebi kurulu tarafından kabul edildi.

M.Haluk Yalçınkaya: BursaUludağ Üniversitesi’nde yıllarca akademisyenlik yaptınız.Sizce Antalya mı, yoksa Bursa mı sanatta daha özgür? Sizcebu illerin sanata yaklaşımları nasıl?

Birgül Yeşiloğlu Güler- On dört yıl Bursa Uludağ Üniversitesi’nde akademisyenlik yaptım sevgili Haluk. Mesleğimi, öğrencilerimi ve Uludağ Üniversitesi’ni hep çok sevmişimdir ancak dürüst olmak gerekirse Antalya ve Akdeniz Üniversitesi kendimi ait hissettiğim yer. Bağlı bulunduğum kurum olan konservatuvardaki akademisyen dostlarımın nitelikli ve kendileriyle barışık insanlar olmasından dolayı burada kendimi daha huzurlu ve üretken hissediyorum. Sahne sanatları bölüm başkanı olarak görev yaptığım oyunculuk ana sanat dalının benim için bir de şöyle bir güzelliği var. Bölüm hocalarımım tamamı tiyatro çıkışlı ve tiyatro alanında yetkin isimler. Bu da eğitimin kalitesini arttırıp, ortak amaçta buluşmamızı sağlıyor. İki şehrin sanata bakış açısı birbirinden farklı. Çünkü Antalya doğru bir tanımlamayla; bir dünya şehri… Bursa ise bu bakış açısıyla maalesef biraz daha yerel kalıyor. Gerek sinema alanında, gerek de opera ve senfoni alanında gerekse de sanatın diğer kollarında Antalya’nın daha hızlı, daha üretken ve daha sağlam adımlarla yürüdüğünü söylemem mümkün.

M.Haluk Yalçınkaya: Sizce bir oyuncu, yazar nasıl olmalı? Nasıl olunur?

Birgül Yeşiloğlu Güler- Antalya Devlet Konservatuvarında Oyunculuk Anasanat Dalı Başkanıyım. Genç aktör ve aktris adayı olan öğrencilerime hep şunu söylüyorum. Nicelik değil, nitelik önemli olmalı! Yani bir oyuncunu kaç oyunda rol aldığı, kaç oyuna reji yaptığı önemli değildir. Önemli olan yaptığı işi ne kadar hakkıyla yaptığıdır! Dolayısıyla oyunculuk sayılar üzerinden ilerleyen bir başarıyı değil, nitelik üzerinden kazanılmış başarıyı hak eden özel bir alandır. Aynı cümleleri ve düşüncemi yazarlık için söylüyor ve taşıyorum. Yazarlıkta da elbette ki yine nicelik değil, nitelik önemlidir.

M.Haluk Yalçınkaya: Üniversiteside Öğretim üyesi bir doçentsiniz, kitaplarınız var, oyun yazarlığı yapıyorsunuz, evlisiniz aynı zamanda intörn bir doktor annesiniz. Tüm bunlara nasıl vakit ayırıyorsunuz?

Birgül Yeşiloğlu Güler- Bütün samimiyetimle söylüyorum ki Haluk, hayatımızdaki her hangi bir alana a ya da kişiye ‘zaman ayırmak’ diye bir duygunun içine giriyorsak eğer, bence o hayatın akışında bir sorun var demektir… Ben hiçbir zaman aileme zaman ayırmadım… Ben hiçbir zaman öğrencilerime de zaman ayırmadım… Ben hiçbir zaman yazmaya da zaman ayırmadım… Ben hiçbir zaman mesleğime de zaman ayırmadım. Çünkü hepsi zaten ben demek! Hepsi benim hayatımın ta kendisi demek. İstersen şöyle örnekliyeyim; biz yolda yürürken ayağımızı nasıl atacağımızı, kolumuzu nasıl sallayacağımızı ya da boynumuzu nasıl tutmamız gerektiğini hiç düşünmeyiz değil mi, neden biliyor musun? Çünkü onlar zaten bedenimizin bir parçasıdır ve ait oldukları alanı tutarak, ne yapması gerektiğini biliyorlardır. İşte benim hayatımda böyle. Hayat yoldaşım sevgili eşime ve biricik kızıma zaman ayırmama gerek kalmıyor. Çünkü onlar zaten nefes aldığım her yerde ve yaşadığım her anda benimleler. Sanırım bu bakış açımın sebebi merkeze her zaman sevgiyi koymuş olamam. Beni var eden en önemli özelliğimde bu zaten…

M.Haluk Yalçınkaya: Bundan sonra yazmayı düşündüğünüz oyun ya da kitabınız var mı?

Birgül Yeşiloğlu Güler- Elimde bitirme aşamasında olduğum şu an iki kitap var. Bunlardan biri bir roman… Diğeri ise yeni bir oyun metni… Bölüm başkanlığı nedeniyle kısıtlı zamanımın olmasından dolayı, bir de pandeminin pek çok şeyi aksatmasından dolayı sanırım 2021’de bastıracağım.

Haluk Yalçınkaya-Sizinde eklemeyi düşündüğünüz soru veya açıklamalar varsa eklerseniz sevinirim?

Birgül Yeşiloğlu Güler- Sevgili Haluk bu güzel sohbet için öncelikle sana çok teşekkür ederim söyleyişimizi okuyacak olan okuyucularımıza ayırdıkları zaman ve gösterdikleri ilgi için de minnettar olduğumu belirtmek isterim… İnsanoğlu dar zamanlarda geçiyor bunun farkındayım. Tüm yerküreyi sarsan bir virüsle karşı karşıyayız. Dokuz ay öncesinde kelime dağarcığımızda bile olmayan bir dizi kavramla karşı karşıyayız, pandemi gibi, maske gibi, entübe gibi, fiziksel mesafe gibi… Bütün bu zorlu sürecin altından insanın ancak umut ve sevgiyle kalkabileceğine inanıyorum. Bu nedenle herkesin iç enerjisini, titreşimini ve frekansını iyilikten yana, sevgiden yana tutmasını diliyorum. Güzel, sağlıklı ve sanat dolu günler bizleri bekliyor olsun…

 

 

 

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın